Zerda ve Cahit… Aynı meskende aynı havayı soluyan aynı coğrafyada büyüyen farklı tenler.. Kader bir şekilde birleştiriyordu işte baş harfi alfabenin ta en başlarındaki Cahit ile yine baş harfi alfabenin ta en sonundaki Zerdasını.. Beş harfli bir gizem farklı deryâlardan çok insanı birlikte nefes almaya muktedir kılıyordu yine.
Cahit.. Hayatın zorluklarıyla beraber yaşadığı hayal kırıklığı ve geçirdiği ağır kaza ile tutunmaya çalışırken bu karanlık dârı dünyaya -sabr ve tevekkül ile herşeye rağmen- ansızın Züleyhası çıkmıştı karşısına. Hep öyle olmaz mıydı zaten?… Kader denilen şey ansızın çıkardı insanın karşısına sonra birde bakardı ki teslim oluvermiş insan gayri ihtiyâri; tam ortasında hissederken fırtınanın, tatlı mı tatlı bir rüzgârın büyüsüne kapılarak tüm dertlerini unuturcasına hemde.. Kaderini sevmeliydi insan… Sevmeliydi ki daha tez vakitte kavuşabilsindi huzura ve refaha..
İşte Zerda… Yirmili yaşların ortasına gelene kadar hayatını nice çileler ile geçiren dört çocuklu dar gelirli bir ailenin en büyük kızı.. Öyle ya, büyük çocuklar hep daha çok ezilir hep daha çok cefa çekerdi. Fedâkâr olmayı da böyle öğrenirlerdi mâlumunuz… Zerda da öyleydi işte.. Ailesi için, kendisiyle aynı kanı taşıyan kardeşleri için mücadele ile geçmişti ömrünün baharı bile… Buna karşın dışarıdaki karanlıkta (!) sevimsiz, çirkef ve bir o kadarda bulanık olan düzene karşı dimdik durmuştu hep. Göğsünü düşmana siper eden bir nefer gibi.. Kendini bildi bileli dışıyla karşısındaki tüm haksızlıklara, tüm yolsuzluklara karşı dişlerini gösteren yırtıcı bir aslan gibi hırçın, lâkin içiyle bir o kadar mâsum ve mahzûn sîneli bir kediyi andırıyordu vaziyeti.. Pek tabi gerçekten görebilenler için.. Haksızda sayılmazdı elbette tüm bunlara karşı.. Nitekim hayat şartları zor olmakla birlikte var olan düzlemin üstündeki gaddar ve insaf yoksunu insanların varlığı bir derece daha soğutuyordu onu bu düzenden..
Hülâsa hep bir savaş, hep bir çatışma ve bunların sebebiyet verdiği buhranlarla geçmişti hayatı, hâli hazırdaki yaşına gelene kadar.. Artık ümidini kestiği anda, dimdik durmak için bacaklarındaki son feri kaybettiğini hissettiği demlerde çıkmıştı Zerda’nın karşısına baş harfi alfabenin en başlarında yer alan adam..
Zîra Züleyha olmak kolay değildi sabır ile yoğrulurken.. Bir Cebrail gerekliydi onu sarıp sarmalayan -iki cihan serverini Hîrada sımsıkı saran Nâmus-ı Ekber gibi.. Sıcaklığıyla kan veren, şefkatiyle can veren.. Kendine gel, yalnız değilsin dedirten mutlak bir güç, teslimiyetinin ve sabrının meyvesini vermişti nihâyetinde.. Ve zamanda kaderdi hiç şüphesiz.. Yeri geldiğinde önüne hiçbir engel tanımayarak gerçekleşen her olay gibi.. Bir diğer deyişle önceden takdir edilmiş her olay gibi, hikmetini idrâke aciz kaldığımız.. Haliyle vakti gelince sarıp sarmalamıştı Züleyha’yı Yûsuf’u sonsuz emir ile.. Sonsuz olana şükür, minnet ve muhabbet ile..
Bir cevap yazın Cevabı iptal et